Dün 2. seansları tamamlanan yarı final maçları, açıkçası beklediğim şekilde gidiyor. Buraya kadar yorularak ve dinlenemeden gelen Mark Selby ve Ali Carter, rakipleri karşısında oldukça dezavantajlı konumdalar. Hele dün akşamki seansta oynanan Neil Robertson ve Ali Carter maçı, evlere şenlikti. Bir ara Carter masada yok, Neil tek başına oynuyor galiba dedim kendi kendime. Seans arasına girildiğinde, durum Neil lehine 14-6 gibi Carter cephesinde yarı finale yakışmayacak bir sonuçtu. Hatta Neil'in seans arasından çıktıktan sonra üst üste 4 framei de kazanarak turu geçip, bir seans boşaltma imkanı bile vardı. Çok ender görülebilecek bir şeydir üst turlarda yaşanan boş seanslar. Ki zaten yine yaşanmadı. 18 ve 19. framelerde, şansı yaver giden ve bu sayede frameleri kazanan Neil, (şans var mıdır yok mudur diye tartışanlar, şu 2 framei izleseler, tartışmalar biter herhalde!), Carter'ın "kaybedecek bir şeyim yok" gazıyla oyuna asılması sonucu 14'te çakıldı kaldı. Şansı yaver giden bir oyuncuya karşı durabilmek bazen çok güçtür ama Carter bunu şimdilik başardı. En azından boş seans olmamasını garantiledi, içine biraz su serpildi. 14-6'dan müthiş dönüş yapan Carter, durumu 14-9 yapsa da, son framede nefesi yetmedi sanki, basit bir hata sonucu ıstakayı Neil'e devretti, ve Neil seansı 15-9 önde kapatarak finale sadece 2 frame kaldığını söylercesine bir "Come on" çekti. Çok yorgun olduğunu, hatta uykusunu bile alamadığını söyleyen Carter için son şans bu seans, bakalım neler olacak, akşam hep birlikte göreceğiz...


Şansı hep yaver giden ve bu sayede kritik 2 frame kazanan Neil'e Carter'ın tepkisi sadece gülümsemek oldu...


Diğer yarı final maçı da, Neil-Carter maçı gibi, turnuvayı yakından takip edenler için pek bir sürpriz yaratmadı. Ronnie maçından gayet yıpranmış ve yaralanmış halde çıkan Selby, nedense snooker dünyasının beğenilmeyen ismi Dott karşısında 10-6 ile geride. Graeme Dott hakkında ayrıca ayrıntılı yazılar yazmak lazım. Dünya Şampiyonasında iki kez final oynamış, birinde (2006 yılında Peter Ebdon'a karşı) kupayı kaldırmış, diğer finalinde de kaybetmiş biri olarak, bu adamın neden beğenilmediğini, neden başarısının şansa bağlandığını anlamam mümkün değil. Tamam itici bir tipi olabilir, eskiden maçlarda zaman zaman negatif oyun taraftarıymış gibi davranabilir, ama bu adam sonuçta John Higgins ve Ronnie gibi devlerin 3 kez kazandığı Dünya Kupasını, bir kez kazanmış, bir kez finalde kaybetmiş, şu anda da finale neredeyse çıkacak bir adam. Bu sene de kupayı alsa, devlerle arasında sadece bir kupa fark olacak. Bu tip bir başarıyı şansla, işlerin yaver gitmesi, denk gelmesiyle falan açıklarsanız, gerçekten komik duruma düşersiniz. Zaten bu turnuvada da yaptığı 146 ile, kupayı ne kadar istediği, ne kadar konsantre ve hazır olduğunu herkese gösterdi. Steven Hendry bile, izlemekten en keyif aldığı oyuncu olarak Graeme Dott'u gösteriyorsa, vardır bu adamda bir şeyler. Her zaman sempati duyduğum oyuncu olan Dott, bence turnuvanın "açık ara" favorisi haline gelmiştir. Hani denir ya, evini sat, bu maça bas lâfı, o kadar güvenmeye başladım ben bu tıfıla...

Come on Dott!

Güncel haliyle : 2010 Dünya Kupası'nın fikstürü

ilker AVCI
01 Mayıs 2010

Hiç yorum yok: