1981 yapımı Outland'i izlememin başlıca sebebi Sean Connery'i bir bilimkurguda izlemekti. Soğuk bir açılıştan sonra, Jupiter'in başlıca uydusu Io (Ayo)'daki madenlerde çalışan bir işçinin kendini öldürmesiyle filme iyice giriş yaptık. Tabii ki bu sahneyi görür görmez, "Bu işçilere birisi uyuşturucu veriyor çünkü bu boktan yere başka türlü dayanılmaz, adamın vücudu da buna dayanamadı, kafayı yedi ve kendini öldürdü" şeklindeki tahminim ne yazık ki doğru çıktı. O yıllarda bu filmi izleseydim bu tahminde bulunabilir miydim? Zor.

İlk 15 dakikadan sonra senaryo için değil de, ortamı için izlemeye başladım filmi. Atmosfer beni daha çok sardı nedense. Bu tarz bilimkurgu filmlerinin gönlümdeki yeri ayrıdır hep. O tarz da şu; gelecekten pis, zorbalık dolu, karanlık, soğuk, hiç de beklediğim o pembe yer değil burası şeklinde bahseden filmler. Genelde bilimkurgu filmlerinde lazer tabancaları, temiz kıyafetli temiz insanlar, hastalıksızlığa o kadar alışmış ki bir grip virüsüyle bile ölebilecek toplumlar, idealist çalışanlar gösterilir. Oysa uyuşturucu, kapitalizm, fahişeler, hastalıklar, açlık, savaşlar gibi sert konular her daim olacaktır hayatımızda. Filmi sırf bu atmosferi için bile sevebilirdim zaten.

Sean Connery'nin hayat verdiği komiserimiz, Io'ya gelir, birkaç şüpheli intihar vakasına şahit olur, neler olup bittiğine dair tesisteki doktorla el ele vererek araştırmalara başlar. Sonunda da işin ucunun (her zamanki gibi), o madenin en tepesinde bulunan yöneticisine dayandığını anlar. Artık iki seçeneği vardır; ya bu durumu kabullenip, "Zaten burada çalışılmaz, verelim adamlara uyuşturucuyu, kadını, içkiyi, çalışsınlar paşa paşa diyecek ve yöneticinin kendisine teklif ettiği rüşveti alarak çuval dolusu parayla mutlu mesut geçinmek için evine dönecek ya da idealist polis memuru olarak savaşacaktır. Kahramanımız tabii ki birinci seçeneği seçer diyorsanız siz de bendensiniz, ama kahramanımız bizden değil, o yüzden ikinci seçeneği seçti kendileri.

Filmin son yarım saati, polis memurunu öldürmek için gönderilen iki uyuşturucu çetesi elemanı ile kahramanızın pompalı tüfeklerle kedi-fare oyunu oynaması şeklinde geçtiği için, bana çok bomba geldi bu sahneler. Senaryoda insanın aklında soru işareti bırakan, devamlı ilgiyi çekecek bir durum da yok. Her şey ilk sahneden itibaren gün gibi ortada. Oyunculuk desen, kadroda tanındık tek isim Sean Connery. Zaten o da zorlanmadan bu basit polis rolünün altından kalkmış. Neden böyle basit bir filmde basit bir rolü oynadı Sean Connery dersek, herhalde bir bilimkurguda oynamış olmak için, ya da iyi para vermişlerdir, olamaz mı, olabilir.

Bu filmi seyretmezseniz hiçbir kaybınız olmaz, hatta kazancınız olur, 2 saat kazanırsınız. Ama benim gibi karamsar gelecek tasvirlerini seviyorsanız, beklentilerinizi büyütmeden bir göz atın bu filme derim...

İlker AVCI
03.01.2011

Hiç yorum yok: