28 Temmuz - 1 Ağustos 2018 arası Yunanistan Thassos Gezimiz

Ön Hazırlık

Mayıs 2018'in sonunda İspanya'ya gittiğimiz için, Ağustos sonuna kadar vizemiz vardı. Vize almak çok usandırıcı bir süreç olduğu için, madem vizemiz var, bir yerlere gidelim diye kendi kendimizi gaza getirdik. Gidilebilecek yerler arasında da aklımıza tek yatan yer Yunanistan oldu; hem kara yoluyla gidilebiliyordu, hem yakın sayılırdı, hem de diğer seçeneklerimize göre daha ucuzdu. Yıllardır motosikletle Yunanistan'a gitme hayalimi de gerçekleştirmiş olacaktım. Sonuçta baba tarafım Selanik göçmeniydi ve nedenle o taraflar sanki beni çağırıyordu.

Yola çıkmak istediğimiz tarihe 2 hafta kala, gitsek mi gitmesek mi kararsızlığına bir son vererek gitmeye karar verdik. Ama bir sorun vardı; motosikletim tek kişi için uygundu, artçımın yükünü taşıyacak çantalarım yoktu. Ayrıca motosikletimdeki yan çanta takma aparatlarına hiçbir metal yan çanta da uymuyordu. Hem takma kolaylığı olması hem de senede bir iki defa kullanacağımız için en ucuz yan çanta modellerine yöneldik; 330 TL'ye de aşağıdaki kumaş çantayı aldık.


Tex 881 İmpertex Körüklü Yan Kumaş Çanta (Yağmurluklu)

Sırada bu çantaları yan demirlere bağlamak vardı. Bunun için de Koçtaş'tan bulduğum iki tane L demiri kullanarak bir platform oluşturdum. Sonra da çantayı cırtlı kelepçe denen bağlama aparatlarıyla demirlere sabitledim. Şu hale geldi çanta:


Çırt kelepçeler yolda açılır mı, kopar mı diye kafama takılsa da (yoğun yağmur altındayken bile) hiçbir sıkıntı yaşamadım.

28 Temmuz 2018: Thassos'a Gidiş

Sabaha karşı 4 gibi İstanbul'dan yola çıktık. Hedef 08:00 - 09:00 civarı, Tekirdağ - Malkara - Keşan üzerinden giderek İpsala Sınır Kapısı'nda olmaktı. Tabii ki Çorlu Sapağı'ndaki Öge Tekirdağ Köftecisinde kavurmalı yumurtamızı yedik. Keşan'a varmadan bir Shell vardır, o kadar uykumuz geldi ki orada da bir kahve içtik. Saat 09.00 gibi vardık İpsala'ya. Yeşil Sigorta, pasaport kontrolü, motosikletin kaydı falan derken yarım saat geçti. Sonunda Türkiye'den çıktık ama bu sefer de Yunanistan'a giriş kuyruğu başladı. Kuyrukta tam önümüzdeki araç da durduğu yerde su kaynatınca bir yarım saat de orada kaybettik. Saat 10:30 gibi Yunan otobanındaydık. Sınırı geçince, sanki büyük bir değişiklik olacakmış gibi hissediyor insan ama bitki örtüsü, iklim, coğrafya, neredeyse her şey Türkiye'dekinin (daha doğrusu Trakya'dakinin) aynısı olarak devam ediyor, sanki vatan topraklarınızdan hiç ayrılmamış gibi oluyorsunuz. Durum böyle olunca ülke sınırlarının aslında ne kadar da anlamsız olduğunu düşünmedim değil. Sınırda bekleyen askerler, evrak kontrolleri, beklemeler; hepsi o kadar anlamsız geliyor ki.

Kafamda bu düşüncelerle boş otobanda yaklaşık 20-25 kilometre gittik. Vakitlice otelimizde olacağız galiba derken, bir anda tepemizde kapkara bulutlar belirdi ve iri taneli damlalar kaska vurmaya başladı. Yunanistan otobanlarında bizdeki gibi 100 metrede bir tesis, çıkış, benzinci falan yokmuş ama şansımıza otobandaki ilk tesise geldiğimizde başlamıştı yağmur. Tesis dediğime de bakmayın; bir tuvalet binası ve bir sürü piknik masası olan bir yer. Google Maps'te bulduğum fotoğrafı ve yerin konumunu ekleyeyim, videoda da yağmur var:



Motosikleti çektik tuvaletin çatısı altına, kendimiz de yanında, yaklaşık 45 dakika boyunca yağmurun dinmesini bekledik. Ama ne yağmur, sanki kovayla su döküyorlar. O yağmurda 8-10 motosikletten oluşan bir konvoy geçti önümüzden. Yağmurun dinmesine yakın, yanımıza erkek bir Yunan geldi. İlkokul öğretmeniymiş kendisi. İki kez Türkiye'ye getirmiş öğrencilerini. Türkiye çok güzel, hepimiz bu coğrafyanın insanlarıyız aslında anlamında kısa bir sohbet ettik. Baba tarafımın oralardan olduğunu söyledim, çok sevindi. Yurtdışındaki insanlar Türkiye'deki siyasi olayları bizden iyi takip ediyorlar galiba; Erdoğan'dan ve Gezi Parkı olaylarından bahsetti arkadaş. Yağmurun dinmesine yakın, bana müsaade deyip Türkiye tarafına doğru yola çıktı, oralarda bir köyde yaşayan ailesini ziyarete gidiyormuş. Biz de yağmurun tamamen dinmesini bekleyip 11:45 gibi tekrar yola koyulduk.

Yaz yağmurlarının günde bir kez olduğunu, bir iki saat sürdüğünü sonra da bir daha yağmadığını sanırdım ben, kış yağmuru değil bu sonuçta. Ama bu teorimi ortaya koyarken, yol aldığımız ve hareket halinde olduğumuz detayını atlamışım. Yağmurdan kurtulduk derken meğer yağmurun tam kalbine doğru gidiyormuşuz. Aşağıda Google Maps'ten aldığım yol görüntüsünde, ağaçlık olan yerler dağlık bölgeler. Özellikle o bölümlerde, resmen kara bulutların içine girdik.


Az önce yazmıştım; otobanda hiçbir tesis, çıkış, mola yeri, benzin istasyonu vs. yok. Yağmur yağarsa nereye sığınırız diye sürekli etrafımı gözleyip durdum ama yok, yok, yok. Yaklaşık 70 kilometre boyunca ha yağdı ha yağacak tedirginliği içinde yol aldıktan sonra, benzin azaldığı ve bir sonraki benzin istasyonu nerede olabilir bilmediğim için, benzinlik tabelası gördüğüm ilk sapaktan içeri girdim ve saat 13:00 civarı, yağmur yüzünden hiç hesapta olmayan uzunca bir süre boyunca bekleyeceğimiz aşağıdaki benzin istasyonuna vardık.


13:00 - 17:00 Arası Mahsur Kaldığımız Benzin İstasyonu

Benzin alırken hafif hafif tıpırdamaya başlayan yağmur, birkaç dakikalık benzin alma işlemi süresince hızlandı. Yola çıksak mı kalsak mı diye düşündüğümüz bir iki dakikalık sürede de bardaktan boşalır versiyona döndü. Fotoğrafta, sağ tarafta görülen bir tamirhane var, görevliden rica ettik de motosikleti oraya koyduk. Biz de kafe kısmına geçip oturduk. O arada iki motosiklet (bir çift + bir tek) daha geldi, bir baktık ki onlar da Türkmüş. Çift olanlar çok ilginçti; ikisi de 65 yaş civarında bir karı koca, İzmir'den scooterla yola koyulmuşlar, buralara kadar gelmişler, geri dönüyorlarmış. Yolda tek olan arkadaşla arkadaş olmuşlar, önlü arkalı dönüş yoluna çıkmışlar. Ama o yaşta, korumasız, scooterla, İzmir'den Yunanistan'a, valla helal olsun dedik. Yemek yedik, masaya kapaklanıp uyuduk, içeri girdik, dışarı çıktık, sohbet ettik, telefonlarımıza gömüldük falan ama bekle bekle sağanak dinmedi. Artık civarda (Türkçesi Gümülcine olan yerleşim bölgesinde) otel bakmaya başladık. Thassos'taki rezervasyonumuz da yansın istemiyorduk ama yapacak da bir şey yoktu. O sırada sanki yağmur biraz yavaşlar gibi oldu, gideceğimiz yönde de hava açıyor gibiydi, yola çıkalım mı, çıkalım dedik ve 16:45 civarı, hafif bir yağmur altında yola koyulduk.

Yola çıkmamızdan 10-15 dakika sonra yağmur tamamen durdu. Thassos'a giden feribot için, Türkçesi Keramoti olan yerleşim bölgesine yaklaşık 1,5 saatlik yolu, açık bir havada kat ettik ve gün batmadan feribot iskelesine ulaşıp ilk feribota bindik. Bu da Thassos feribotundan birkaç kare:


Sonunda, akşam 7,5 - 8 gibi Thassos'a vardık. Daha önceden rezervasyon yaptırdığımız Vanta Hotel'i, Google Maps sağ olsun, elimizle koymuş gibi bulduk. Güler yüzlü bir ailenin işlettiği bir oteldi, bir daha gider misin deseler, giderim derim. Bir fotoğrafını da ekleyeyim Vanta Hotel'in.


 Seyahatin ilk gününü böylece tamamladık.

29 Temmuz 2018: Thassos'ta İlk Gün

Güzel bir kahvaltıyla güne başladık. Kahvaltıdaki çoğu şey, bize yakın kahvaltılıklar. Ne de olsa Ege'deyiz. Kahvaltı sonrasıysa, denize girmekten çok, hem adayı görmek, hem de nerede denize girilebilir keşfetmek için adayı bir turlamak istedim. Ama ada oldukça büyük bir adaymış. Adayı saat yönünün tersi olacak şekilde dolanmaya başladık. Bir sürü koylara, yerleşim alanlarına girdik çıktık. Saat 13:00 gibi Türkçesi Limenaria olan kasabadaydık. Burada, sahildeki bir restoranda patlıcan kızartması yedik ki porsiyonların büyüklüğü acayip. Bir porsiyonla iki kişi rahat doyar. Yemek yerken yine kara bulutlar geldi tepemize. Yemeğimizi bitirip yola çıktık ki yine sağanak. Durmadan yola devam ettik. Hep sahilde gezmeyelim, bir dağ köyünü de ziyaret edelim deyip rotayı Theologos isimli dağ köyüne çevirdik. Hem sahildeki yollarda, hem de köye giden dağ yollarında sanki Kuzey Ege'de gibiydim; iklim, otlar, ağaçlar, her şey öylesine benziyor ki bizim taraftakilere.


Köyden bir kare

Köyde gezerken kendimi Gökçeada'da hissettim. Evler, sokaklar sanki Gökçeada gibi. Köyde birkaç taverna var, oğlak eti yenen restoranlardan. Yiyecektik ama yeni yemek yediğimiz için vazgeçtik. Bir tane de, yerel kıyafetlerin sergilendiği müze gibi bir yer gördük ama pahalı geldiği için girmedik. Güneş de açtı bu arada, kuruduk. Yaklaşık 1 saatlik köy turumuz bitince, geldiğimiz yoldan tekrar sahil yoluna çıktık, adanın doğu tarafına yönelerek merkeze doğru yola koyulduk. Adanın doğu kısmındaki yol daha virajlıymış. Yol üzerinde bir kiliseye denk geldik, o kadar heybetliydi ki duralım dedik. Google Maps'teki ismi Arhangel Mihail Kilisesi (Monastery of St. Arhangel Mihail). Manastırın bulunduğu yerdeki manzara bir harika, google maps linkinden bakabilirsiniz. Saat 18:00 olmasına rağmen hâlâ turu tamamlayamamıştık. Daha oğlak eti de yiyecektik. Yola koyulduk, tavsiye üzerine Panagia'daki restoranda oğlak etine doğru yola çıktık. Köye vardığımızda güneş batmıştı. Taverna Elena'ya oturduk. Mönüde yemek isimlerini Türkçe olarak yazmışlardı. İstanbul'daki Arapların neler hissettiğini daha iyi anladım. İki porsiyon oğlak eti, bir porsiyon da cacık (cacıki) söyledik. Cacık, bizdekine oranla çok daha kıvamlı, doğrudan yoğurdun içine salatalık doğramışlar.


Yemeğimizi yedik, dinlendik. Otelimize dönelim dedik ama dönüş yolu, ormanlık alandan geçiyormuş; hem zifiri karanlıktı hem de çok soğuktu, otele dönene kadar donduk resmen. Odaya girer girmez de yattık, ilk gün böylece bitti.

30 Temmuz 2018: Thassos'ta İkinci Gün

İkinci günü denize girme aktivitesine ayıralım istedik. Bir önceki gün kumsalları görmüş, neresi daha uygun olur diyerek seçenekleri azaltmıştık. Hem kaldığımız yere yakınlığı hem de merak ettiğimiz için Marble Beach denen kumsala gitmeye karar verdik.


Marble Beach

Kumsalın üst kısımlarında mermer ocakları var, kumsalın ismi oradan geliyor. Ama bu kumsala ulaşmak için geçilmesi gereken toprak yol gerçekten çok bozukmuş. Bu bozuk yol için ATV kiralayan yerler bile var. Motosikletle biraz zor olsa da sonunda kumsala vardık. Kumsala giriş ücretli, içeride bir şey yiyip içmek de ücretli. Ama denizin suyu maalesef benim içime sinmedi; sahil kesimindeki 3-4 metrelik su, mermer tozları sebebiyle bembeyaz şekilde bulanık. 1-2 saat oturduktan sonra, denize girmeden çıktık kumsaldan. Ne yapalım derken, merkeze dönelim, orada buluruz bir yer dedik. İyi ki de öyle yapmışız; Thassos merkezde, İstanbul'daki Yeşilköy sahiline benzer bir halk plajı bulduk ve orada denize girdik. Marble Beach'e göre çok daha güzeldi valla.

Otele dönüp biraz dinlendikten sonra, biraz da yaya olarak merkezde gezelim dedik. Bir sürü arkadaşımın tavsiye ettiği bir mekân vardı; Masabuoka. Hatta bir ara İstanbul, Bebek'te bir şubesi de açılmıştı da sonradan kapanmıştı. Köfte, tavuk, sosis, mantar vs. şişe dizip ızgara yapıyorlar. Biz de bir porsiyon söyledik çünkü her yerde olduğu gibi burada porsiyonlar o kadar büyük ki, bir porsiyonla iki kişi rahatça doyuyor. Mantar dışındaki her şey gerçekten çok lezzetliydi, ama mantarı pek sevemedik.


İkinci günümüzü de böylece bitirdik.

31 Temmuz 2018: Dönüş Günü

Ben sabah 5'te yola çıkan tiplerdenim. Bana kalsa yine öyle yapardım çünkü yola erken çıkılır. Ama bana kalmadı. Biraz uyuyalım, rahat rahat kahvaltımızı edelim, çantamızı sabah toparlarız vs. derken yola çıkmamız 11:00'i buldu. Feribotun kalkışını bekle, yanaşmasını bekle süreci sonrasında da ana karaya varmamız 13:00'ü buldu. Tam esas yolumuza düşecektik ki, kara bulutlar sardı yine gökyüzünü. Karamsarlığa kapılmadık, yola devam ettik; İngilizcesi Chrysoupoli olan (Google Maps'e göre Türkçesi de Sarışaban) kasabaya geldik. Lidl isimli süpermarketten çok uyguna şarap alalım demiştik, daha önce de almış ve memnun kalmıştık. Motosikleti bıraktık, markete girdik, markete girmemizle birlikte bir sağanak boşaldı. Beklemekten başka çare yoktu.


İşte Lidl ve Otoparkı

Galiba 15:00'e kadar bekledik. Yağmur hafiflemişti. Yola koyulalım artık dedik çünkü önümüzde yaklaşık 7 saatlik yol ve bir de sınır geçişi vardı. Yola koyulduk koyulmasına ama anayola çıkıp bir 15-20 kilometre gitmiştik ki zaman zaman şiddetini arttıran yağmur bizi öyle bir ıslattı ki, 7 saatlik yolu o şekilde gidemeyeceğimize kanaat getirdim ve kuru bir yer aramaya başladım. En sonunda da anayolda gördüğüm bir benzinlik tabelasının bizi götüreceği yere gitmeye karar verip anayoldan ayrıldım. Samaras Shell istasyonuna geldik, kurumaya çalıştık ama o kadar ıslanmışız ki, kuruyacak gibi değildik. Benzinliğe gelirken, bir otel tabelası görmüştüm. Cep telefonları sağ olsun; o otelde yer ayırttık hemen ve doğruca oraya doğru yola çıktık.

Otel; Stathmos köyündeki Hotel Filoxenia idi. Ne yalan söyleyeyim, köye girince ortalıkta kimse görmemiş olmamız bizi bir ürküttü. Otele girdik, otelde de görevliler dışında kimsecikler yoktu. Ortalık o kadar ıssızdı ki, korku filmlerindeki köyler ve oteller gibiydi. Hatta hava kararınca, köy halkı toplanıp, köye gelen iki yeni eleman var, bir ayin düzenleyelim de onları bir güzel korkutalım diyecekler mi acaba diye kendi aramızda konuşup durduk.

Islanıp üşüdüğümüz için yatağa uzanmamızla sızmamız bir olmuş, 2 saat falan uyumuşuz. Bir uyandık ki yatağımızın etrafında ellerinde mumlar, kafalarında kukuletalar olan bir grup insan. Dışarıda ateşler yanıyor. Yok yok, öylece uyandık işte. Yağmur tamamen durmuş, akşam güneşi çıkmıştı. Karnımız acıktığı için yemek yiyebileceğimiz, en azından bisküvi falan alabileceğimiz bir yer aradık telefonda. En yakında şu restoranı bulduk; Tembi Nestou. Komşu köyde bir restorandı burası. Ama iki köy arasındaki yol da oldukça kısa. Yolda yürürken, tren raylarını fark ettik. Herhalde aktif şekilde işleyen bir tren taşımacılığı var burada. Köyün birkaç fotoğrafını da ekleyeyim:



Stathmos

Restorana vardığımızda, burada yiyecek ne olabilir ki derken, dolu bir mönüyle karşılaştık, hemen siparişleri sıraladık. Valla tıka basa yedik. Bu sırada da saat 19:00 oldu ve geri döndük. Geri dönünce fark ettik ki, gündüz in cin top oynayan mekân, canlanmış. Çoluk çocuk, genci yaşlısı herkes toplanmış köye. Herhalde işine giden insanlar evlerine geri dönmüşlerdi. Köyün meydanındaki kafede bir de kahve içtik.


Köyde biraz daha sağa sola yürüyüp otelimize döndük.

1 Ağustos 2018: Gerçek Dönüş Günü

Sabah çok erken uyandık, 07:00 civarı. Hemen camdan dışarı baktım, gökyüzünü taradım, hiç bulut gözükmüyordu. Fazla zaman kaybetmeden yola koyulmalıyız dedim. Köyde birkaç ufak tur atıp çıktık otobana. Yağmurdan o kadar gözüm korkmuş ki, hiç durmadan sınıra doğru sürdüm. Saat 10:30 civarı sınırdan yurda giriş yaptık. Geldiğimiz yoldan; Keşan - Malkara - Tekirdağ üzerinden İstanbul'a döndük. Bakalım bir daha ne zaman gidebileceğiz Yunanistan'a?

Hiç yorum yok: